Sanat, insan ruhunu donatan estetik güzelliklerin toplamıdır. Bu estetik yön, bireyi toplum içerisinde donanımlı, uzlaşmacı ve pozitif yönlerle tamamlar. Sanat eseri, barındırdığı özelliklerle adeta bireyi yeniden tüm yönleriyle inşa eder. Bireyin bu anlamda inşası, idealize edilen insanın özellikleriyle örtüşür. Bu yazıda sizlere sanatın insan ruhunda yarattığı olumlu gelişmelere örnekler vererek sanatın iyileştirici, sağaltıcı, rahatlatıcı, geliştirici ve sorun çözücü yönlerini açacağım. Göreceksiniz ki ilk insandan itibaren sanat, bir ihtiyaç olarak doğmuş ve bireyin yaşamının vazgeçilmez alanında konumlanmıştır. Neandartallerin günümüzden yaklaşık 75 bin yıl öncesine dayanan ilk sanat eseri üretimleri, yeni arkeolojik kanıtlarla ortaya çıkmaktadır. O günden bugüne insanları sanata yönelten sebepler elbette değişti ama bu değişimlerin ortak özelliklerinden sanatın insan ruhuna iyi gelen yanı ise hiç değişmedi. Doğada var olanı resmetme veya başka formlarla onu yeniden görünür eylemi, sanatkarı donanım açısından üstün kılmıştır. İlk resmi çizen insanın sevinci ile bu yazıyı bitirdiğimde duyduğum haz, ortak bir noktada birleşerek üretmenin verdiği mutluluğu ifade edecektir.
İnsan, ürettiği sanat eseriyle rahatlar, mutlu olur, içinde biriken olumsuz enerjiden uzaklaşır ve sakinleşir. Ruhu dinlenmiş, heyecanlanmış ve haza ulaşmış olur. Bu tezler, yaşamında en ufak bir üretme içerisinde bulunan herkesin anılarına dönerek kabul edeceği gerçeklerdir. İlk şiirini yazan şairin duyduğu alkış veya romanını eline alan yazarın gözlerindeki gurur, birer örnektir. Bu örnekler derinleştikçe doğan çocuğun verdiği mutluluk veya taşlarla ördüğü evin bitmiş haline bakan ustanın yaşadığı sevincin ortak yönü, var olmasında katkıda bulunduğu yeni formun kendisidir. İnsan bu yüzden ürettikçe ve ürettiğine estetik unsurlar katıp herkesin dikkatini çekince bu sevinci artarak devam edecektir.
Sanatın, insan ruhunda oluşan fırtınalara bir ilaç gibi iyi geldiğine dair tezim, yeni bir tez değil aksine Aritoteles’ten beri inşa edilen bir tezdir. Aristoteles, Devlet adlı eserinde ‘’ katarsis’’ kavramıyla insanın arınmasını işlemiştir. Bu arınma, psikanalizde bilinç altına süpürülen duygu ve düşüncelerin acı veren taraflarından uzak durmak ve ruhsal bir boşalımla ruhun özgürleşmesi, hafiflemesi anlamına gelmektedir. Sizleri akademik kavramlardan kurtarmak adına kısa kesip edebiyatla devam edeyim. Bu arınma ve boşalmanın bugün sanatla devam eden örneklerine bakalım. İnsan, acıdan uzaklaşmayı haza yaklaşmayı sever. Burada sanatkar, acıdan uzaklaşırken haza da yaklaşır. Sadece bu durum bile bireyi sanata yaklaştırdığı için değerlidir. Bir anlamda sığınılan sanat, bireyin iç dünyası için de bir korunak görevi görür. Bu korunak içerisinde arzularına yaklaşan birey, ruhsal orgazmını yaşadığından dolayı mutludur.
Psikolojide, bireyin iç dökümü gerçekleştiğinde birey kendini daha iyi hissedecektir. İç döküm için sanat eserinden daha iyi bir örnek verilebilir mi peki? Görüldüğü gibi sanat eseri üretimi bireyin doğaya ve evrene karşı girdiği anlam arayışında kendini bir ifadeye dönüşmektedir. Kendini ifade eden bireyin güçlü bir ruhla çevreye daha iyi uyum sağladığı, güçlü ilişkiler kurduğu ve iletişimden etkileşime kadar çokça alanda daha iyi sosyal yaşam kurduğunu gözlemleyebiliriz. Bu tezin olası kanıtlarından birisi de sanat eylemi içerisindeki bireylerin şiddetten tacize kadar birçok olumsuz davranışlardan uzak durduğunu da yine yakın çevremizden gözlemleyebiliriz. Karanlık sokakta üstümüze doğru yürüyen kalabalıkta elinde kitap sırtında gitar gördüğümüzde bu kişilerin zararsız olduğuna dair ilk gözlemimiz olumludur ve buradaki önyargımız, genellikle doğru çıkar.
Sanatın psikolojik hastalıklarda terapi, tanıma, teşhis ve grup etkinliği aşamalarında dünyada çokça kullanıldığını biliyoruz hatta bu konuda bilimsel araştırmaların olduğunu söylemek mümkün. Şairlerimizden Sunay Akın, benzer bir çalıma yaparak İstanbul’da Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesinde deneklerle şiir okuma çalışmaları yaptı ve sonuçları karşısında şaşırarak sanatın iyileştirici özelliğine vurgu yaptı. Orada da görüldü ki öfkeli, kirli, düzensiz ve kontrolsüz hareket eden denekler, etkinlikler sonrasında daha uyumlu hareket etmiş, kalktıklarında kirlettiği yerleri temizlemiş ve daha kibar bir iletişim kurmayı tercih etmişlerdir.
Bireyin iyi günde aradığı coşkuya Çavbella ile katılmak, zor gündeki hislerine tercüman olması açısından özdeşlik kurarak dinlediği arabesk müzik bile bir süre sonra bireyin ruhunda yarattığı fırtınayı dindirmesi ve kişinin toplumda idealize edilen makul seviyeye gelmesi getirilmesi açısından olumlu bir etkendir. Seçim müziklerinin bireyde bıraktığı coşku, marşların verdiği heyecan, şiirin yarattığı duygusal zenginlik bireyin aradığı ve bunlarla kendini daha iyi hissettiğini kim inkar edebilir? Tersinden düşünürsek notaların insan zihnini istenilen herhangi bir amaca doğru yönlendirilmesi veya manipüle etmesi bu kadar açıkken bu manipüle, olumlu yönünde kullanılamaz mı? ‘’Yazmasaydım Çıldıracaktım’’ diyen Sait Faik, aynı zamanda örtülü anlamla yazmanın kişiyi çıldırtmaktan kurtardığını söylemektedir.
Şiddete meyilli bir bireye bir yöntem olarak sabahları Orhan Veli şiirleri, öğleden sonraları Rıfat Ilgaz öyküleri ve akşamları da Neşet Ertaş türküleri okursak bir sonraki güne bireyin aynı dozda şiddet meyliyle hareket etmeyeceğini söyleyebilirim. Bu denenmeye değmez mi? Bilim tezlerini ve teorilerini böyle oluşturmaz mı? Burada özellikle sadizmin düşünsel alt yapısını oluşturan Marquis de Sade’nin sadist ruhuna da değinmek lazım. Toplumun evrensel tüm değerlerini alt üst eden ve mutlak kötülüğün galip geleceğini savunan Sarde’nin haza ulaşmak için yaptıkları delilikleri sayarsak midemiz kalkar. O derece kaleme gelmez işkence ve zorbalıktan amaçlanan hazza ulaşma isteğindeki Sarde’nin sakinleşip durduğu yani tatmin olduğu son nokta nedir? diye sorarsanız cevap olarak basitçe bir şey söylemem yeterlidir: yazmak. Sarde’yi durduran yazı, psikopatlarımızda işe yaramayacağını kim söyleyebilir? Burada şu detayı da atlamamak gerekir. Tek başına bir çözüm olarak sanattan bahsetmiyorum. Sanatın bu tür durumlarda kullanılması ve bir program dahilinde bilimselleşmesini savunuyorum. Bir çeşit yardımcı yöntemler olarak denenmesi gerekir fikrindeyim. Hitler’in insanlara şiddeti kutsal kılmak adına yaptığı propaganda yetmediği zamanlarda kullandığı sanat yöntemleri yine bizlere göstermektedir ki savaşın yüceltilmesi nasıl işe yaradıysa barışın inşası da yine sanat yollarıyla sil baştan düzenlenebilir.
Daha önceleri bizlere fizik hareketleri yaparak fiziksel bozuklukların düzeleceği söylenseydi şaşırıp inanmayacaktık ama günümüzde fizyoterapistler çeşitli egzersizlerle örneğin skolyoz hastalığına çeşitli düzenli hareketlerle ameliyatsız çözüm önerileri sunup başarılı olmaktadır. O zaman ben de diyorum ki günümüzde çeşitli sebeplerle kuramsallaşmamış veya çalışma aşamaları programlanmamış sanat ile tedavi etme yöntemleri , yakın gelecekte sanat terapistleri tarafından sanaterapizm yöntemleriyle bir çözüm olarak bilim dalları arasında yer alacaktır.
21.yy’ın modern kapital çağı, medyasıyla ve görsel yığınlarıyla bireyi esir edip hasta bir bireye dönüştürmektedir. Bu barbar abluka, bireyin psikolojisine doğrudan saldırmaktadır. Bu saldırı karşısında birey, kendini korumak için modern tıbbın antidepresanlarına sığınmaktadır. Sanat tam da bu noktada devreye girmeli ve bireyin ruh inşasında görev almalıdır. Buradaki tezimiz öncelikle sanatın antidepresanlardan daha güçlü olduğu yönündedir. Konunun başka bir yönüne dikkat çekerek devam edelim. Psikanalizmin kurucusu S. Freud’un teorilerinin yukarıdaki görüşleri hem beslediği hem de desteklediğini eklemeliyim. Freud, öncellikle bireyin sanatsal üretimde bulunmasının sebebini haza ulaşmak olduğunu açıklar. Bireyin böylece ruhunu arındırdığı ve bununla yaşama dair değerleri yücelttiğini ifade eder. Bu eylemleri sırf mutlu olmak adına yapmaktadır. Egonun beslenmesi ve sağlıklı kalabilmesi için bu eylemlerin devam edilmesi gerekliliğine dikkat çeker. Bu görüşü genişleterek sanatın bilinçaltını temizlediğini ve bireyi daha uzlaşmacı bir noktaya getirdiğini söylemeliyim. Sanat eseriyle donanmış birey; özgüvenli, barışsever, empatik, ekolojist ve baskılar karşısında daha güçlü olacaktır. Burada amaçlanan da ruhun güçlendirilmesi, bilincin özgürleştirilmesi ve psikolojinin korunmasıdır. Sanat; tek başına tüm bu cephelerde şiirle, türküyle, masalla, öyküyle , romanla ve diğer dallarla bireyi direngen kılan özelliklere sahiptir. Savaşan bireyin güçleneceği, güçlenen bireyin özgürleşeceği ve özgürleşen bireyin mutlu olacağından yola çıkarsak sanatın bizler için ne kadar gerekli olduğu anlaşılır.
Sanaterapizmin, gelecekte daha görünür olacağını bilerek kafa karışıklığı yaşayan bireylere şu soruları sorarak bitireyim. Olaylar karşısında yılgın ve zayıf bireye Nazım Hikmet’in direngen şiirleri etki etmez mi? Ayrılık acısı yaşayanlara ‘’ayrılık da sevdaya dahil’’ deyip onu makul bir mantığa çekemez miyiz? Tutunamayanlar romanı, tutunamayanlara arkadaşlık etmeyecek mi? Aziz Nesin’in hangi öyküsü, hangimizi güldürmez? Marşlar ve halaylar karşısında kim yerinde oturabilir? ‘’Sıcak saklayın gecelerimi’’ dizeleriyle Nevzat Çelik, umut dağıtmaz mı? Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek’’ diyen Adnan Yücel, bize bir ulaşmamış gereken hedefi vermez mi? Müzede Kaplumbağa Terbiyecisi tablosuna hayran hayran bakan kişinin ruhu değil midir terbiye edilen?